Minderin Altındaki Kendilik
Sevgili blogcum,
Evde bir minder krizi vardı. Balkondaki minderleri kışın içeri cebren ve hileyle almıştık. (Gerçek: ben yokken almışlar.) Sonra çıkaramadım bir türlü. Yorgan dolabına attım hepsini. Yaz gelince yorganları da aynı dolaba tepikledim. Fakat sonuç: karmakarışık, içime sinmeyen bir manzara.
Zihnimin bir köşesinde hep "ya taşınırsam?" düşüncesi vardı. O yüzden kutuları istiflemeye devam ettim. Açtığım kutuları bile atamadım. Hâlâ duruyorlar evet. Yerleşik hayata zihnimin bir yanı direnirken, diğer yanı “artık burası benim evim” diye haykırmak istiyor.
Geçenlerde bu isteğe kulak verdim. Göz önündeki fazlalıkları kaldırdım.
Ve dedim ki: "Oh be. Burası benim evim. Yaşasın aidiyet."
Bu duygu içten içe hep vardı. Ama artık daha belirgin.
Kişilere bağlanma biçimim bile değişiyor. Güzel insanlarla tanışıyorum, bağ kuruyorum. Ve o bağlar beni boğan bağlar değil. Koşa koşa gittiğim yollar, sarıldığım kollar var blogcum.
Üstelik ilişkilerimi geçmişle kıyaslama ihtiyacı da duymuyorum artık.
Arkadaşlıklarımda da, diğer alanlarda da şöyle diyorum:
"Ben buradayım. Bu da benim kalbim."
Şu şöyleydi, bu öyleydi hikâyeleri bitti.
Kendim olarak seviliyorum.
Ve bunu yaşamak… Gerçekten çok güzel.
Biliyordum ama yaşayınca başka.
Allah'a daha başka konular için de dua etmeye devam ediyorum.
Ne var biliyor musun? Hayat acele edeceğin bir yer değil. Etrafta değişik insanlar evet var. Fakat ben de varım. Benim arkadaşlarım var. Demek ki bize benzeyen insanlar var.
Geçen de videoda evlilik öyle kendi haline bırakacağın bir şey değil diyordu. Eyvallah. Bence hiçbir ilişki kendi haline bırakılacak bir şey değil. İletişim, teklifler, emek... Ben önceki yaşamımda çok az görmüşüm, kendimi yok saydığım için keyif de alamıyormuşum meğer.
Yaşamak güzel be blogcum.
Biraz bunalmıştım bu hafta ama yeniden tutunacağız inşallah.
Hadi bakalım.
Hevesle...
Şeyma
Yorumlar
Yorum Gönder