Gün 4


 

Sevgili blogcum,

Nasılsın, iyi misin?

Fotoğraf seni aldatmasın. Yazık ki bu bir kitap yazısı değil. 

Sana yazmadığım zamanlardan birinde Sissoylu Kuşatma'yı bitirmiştim. Şimdi serinin üçüncü kitabına başladım. Bu seri beni acayip heyecanlandırıyor. Brandon Sanderson dehasını seviyorum. Ayrıca ithaf yazılarına da bayılıyorum. Bir kitabın bir eşe, bir sevgiliye, bir kardeşe, bir anne-babaya, bir arkadaşa ithaf edilmesi beni çok mutlu ediyor. Hatta bir çocuk kitabında çocuklarının yumuk ellerine bir şiir yazmıştı bir yazar. O ithaf beni hep çok mutlu etmiştir. 

İnsan ne kadar zarar görse de diğer insanlardan, onlara muhtaç. İnsan ancak insanla var olabiliyor. O bağ ile varlığı bir anlam buluyor çünkü. Bağ yoksa içimiz yıkık dökük. Yine de Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın sözünü unutmamak gerek; "Harabat ehlini hor görme zakir/Defineye malik viraneler var."

Bazen karışmamam gereken şeylere karışıyorum. Bazı kendini iyiye götürecek şeylerin yapılmaması beni kızdırıyor. Halbuki bana ne değil mi? Basit şeyler gibi geldiği için bana belki de bilmiyorum. Bu baskıdan kurtul, kendin ol diye omuzlarından tutup sarsmak istiyorum, olmuyor. Zaten biri sizden yardım istemiyorsa, yardım etmeyin. Biri sizden tavsiye istemiyorsa tavsiye vermeyin. Talep edilmeden yapılan her iyilik bir nankörlük doğuruyor. Niye peki? Çünkü minnet ağır bir duygu. Denge bir kere bozulunca sonucunda pek hoş şeyler ortaya çıkmıyor. Karışmasam iyiydi ama karışmış bulundum. Bir şey değişti mi? Tabi ki değişmedi. Değişmez de. Bir kez daha biliyor ve anlıyorum. Anlıyor ve kabul ediyorum. Ben bir tek kendimi değiştirebilirim. Kendimi bunu anladığım için tebrik ediyorum. Omuzlarımı sıkı sıkı tutup, bir kez daha başardın aferin diyorum. Kucaklayıp sırtıma vuruyorum. 

Zaman hızlı geçiyor. Çoktan üç olmuş bile. İnsanın ömrünü ziyan etmesi çok da zor bir şey değil. 

Kendimi suçlayıp duran bir ses var. Bu sesin kısılması için uğraşıyorum. Bu benimle alakalı değil. Bu beni ilgilendirmez. Bu onların kendi sorunları. Benim bunun için yapabileceğim hiçbir şey yok.

Kendi sorumluluğumu alıyorum. Ama son zamanlarda fark ettiğim bir şey var, bazıları kendi sorumluluklarını başkalarına vermek için debeleniyor. Halbuki bu daha yorucu ve incitici de bir açıdan. Yine de tabi insan alışkın olduğuna meyyal oluyor. Değişmek zaman ve emek gerektiriyor. Yoruluyorum. Yorulsam da durmuyorum. Durmak istemiyorum. Çünkü başka türlü yaşamamın bir anlamı yok. Bir posa olarak. Bir ezik olarak. Evet bunu kastediyorum.

Sissoylu da kendimi bazen Vin'e benzetiyorum. Vin sokaklarda büyüdüğü için korkutulmuş ve devamlı saklanmış bir çocuktu. Sonra başka insanlarla yolu kesişti. Kelsier ile. Kelsier Vin'e güven verdi ve başka türlü bir hayat olabileceğini gösterdi. Şimdi ben bu halimle başka hayatlar olduğunu biliyorum. Başka ihtimaller olduğunu biliyorum. Herkes istiyor ki kendi standartlarına göre doğru olanı yapayım. Yine Hata Günlüğü alıntısıyla cevap vermek istiyorum böylelerine:

 "Üzgünüm partizan bu şarkı senin şarkın değil."

En içten sevgilerimle...

Şeyma





Yorumlar

  1. Ne güzel bir yazı olmuş, ilgiyle okudum. Bu yazı dizisi güzel devam ediyor. :)
    İyilik talep edilmedikçe yapılmasın bence de. Kendi akrabalarımdan biliyorum. Her şeye karışıp moral bozar, canımı sıkar sonra da bunu iyilik yapmış gibi göstermeye çalışırlardı. Sizdeki durum farklıdır ama insanların iyilik adı altında laf sokması, kusur aramasına sinir oluyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Birilerinin okuyor olması beni çok etkiliyor gerçekten. DEvam edebilme gücü veriyor. Bunun için de ayrıca teşekkür ediyorum :)

      Evet iyilik adına laf sokmalar, karışmalar hep oluyor maalesef. Kimse kimsenin hayatından yüzde yüz haberdar olamayacağının, kararlarının arkasındaki dinamikleri bilemeyeceğinin farkında değil. Farkında olsa bile ordaki açıklıktan vurabilmek ona güç veriyor bir şekilde. Biz onlardan olmayız inşallah.

      Sil
  2. mümkün olsa bazı cümlelerinin altını çizerdim :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar